YEŞİLİN ELLİ TONUNDA 1 HAFTA (DOĞU KARADENİZ) #part1

Çamlıhemşin
Ayder
Yukarı Kavrun Yaylası'nda kamp
Kaçkarlar Tırmanış ve Göller
Fırtına Deresi'nde rafting
Tor Deresi ve Bulut Şelalesi
Ayder'e dönüş...



Bu Karadeniz seyahati bir anda ortaya çıktı ve ne ara nasıl karar verdiğimizi gerçekten çok hatırlamıyorum. Sadece gitmeye karar verdiğimiz andan itibaren deli gibi uçak bileti aramaya başladık. Buranın da sezonu olduğu için biletler ateş pahası. Her gün kaç defa telefondaki uygulamaya girip fiyat sorguladığımızı hatırlamıyoruz ama Erdem yakaladığı uygun biletleri kaçırmadı. Sadece 1 ay öncesinden aldığımız biletler, biraz azim biraz da şansla 150 gidiş 150 lira (kişi başı) da dönüş tuttu. Sonra da yaylaları gönlümüzce gezebilmek ve az zamanımızı iyi değerlendirebilmek için araç kiraladık. İnternetten araştırdığımız firmalardan en iyi teklifi verenle anlaştık. 7 günlük aracımız da 750 lira tuttu. Kalacak yer işini de her zamanki gibi AİRBNB den ayarladık. İlk gün yorgun olacağımızı bildiğimizden ilk gideceğimiz yer olan Ayder'den bir apart ayarladık. Sadece 1 günlük rezervasyon yaptık ama belki bir kaç gün daha kalabileceğimizi belirttik sorun etmediler.

***
Geldik seyahatimizin başlangıcına. Biz Beylikdüzülüler için yine bir Sabiha çilesi başlamıştı. Bütün ucuz biletler buradan mı olmak zorunda. Otobüsle gitsek daha iyiydi diyeceğim ama Trabzon da 17 saatmiş arkadaş, trafiği falan da eklesen neredeyse 1 gün sürecek. Mecbur bize yine Sabihalar göründü. Sabah 6 uçağı için evden gece 2 de çıktık. Neyse, 8 gibi Trabzon'a varmıştık. Aracımızı teslim aldığımız gibi marketlerin yolunu tuttuk. Sonuçta 1 hafta kamplayacaktık. Tüm stoklarımızı ayarladık. Kahvaltılıklar, atıştırmalıklar, akşam için konserveler, meyveler ve sebzeler...
Aslında bahsettiğim gibi, Ayder'de bu ilk gece için bir oda tuttuk. Ama sonrasında planımızda çadırda kalmak olduğundan ve yaylalarda market bulma sıkıntımız olabileceğinden dolayı tüm ihtiyacımızı alıp öyle yola çıkmaya karar verdik.
Mesela bazı basit yemekler yapabilmek için basit bir tava ve piknik tüpü de aldık. Tüpü dönüşte iade edip depozitosunu alabiliyorsunuz. Diğer aldıklarımızdan artanları da dönüşte kamp alanlarına bırakıyoruz ki, ihtiyacı olanlar kullansın diye. (açılmamış paketli yiyecekler, sıvı sabun, şampuan, tava, ızgara teli falan..)

***
Artık seyahatimiz için son derece hazırdık. Şöyle bir üzerinden geçmek gerekirse;
İnternet üzerinden kiraladığımız aracı teslim aldık,
 Trabzon merkeze girip kahvaltı yaptık, 
 Kamplarken ihtiyacımız olacak yiyecek, içecek ve kişisel ihtiyaçların alışverişini yaptık,
 İlk gece için kiraladığımız odanın haritadan yerine bakıp rotamızı oluşturduk.

***

Gezeceğimiz yaylaların çoğu Çamlıhemşin'e bağlı yerlerdi. Çamlıhemşin yolunda solunuzda Fırtına Deresi gürül gürül akıyor. Üzerinde raftingçileri görünce biz de heveslendik. Aslında daha buraya gelirken rafting yapmak aklımızdaydı zaten. Bir fikir oluşması açısından bi ön araştırma yaptık. Yol boyunca bir sürü tesis var. Bir kaç tanesine fiyat sorduk, aşağı yukarı hepsi aynı fiyatı veriyor. Biz planımıza göre bir kaç gün sonra buraya geleceğimizden bir fikrimiz oldu en azından.


Yolumuza devam ettik ve Ayder'e vardığımızda öğleden sonra olmuştu. Araplar diyarı no.1 Ayder Yaylası. No.2 ve 3. ü sonra söyleyeceğim. Ama burası gerçekten turistik bir yer olmuş. Her yerde insanlar var ve çoğunluğu yabancılardan oluşuyor. Biz bugün için fazla kalabalığa girmeden, İstanbul Pansiyonu bulduk ve odamıza yerleştik. Geçen gece hep yollarda olduğumuzdan uyuyamamıştık ve artık pilimiz bitmek üzereydi.



Odamızın camından muhteşem Karadeniz manzarasını izlemek ve hemen arka taraftan akan nehrin sesini dinlemek harikaydı. Sesini duyduğumuz nehri, yakında olmasına rağmen, ağaçların yoğunluğundan dolayı göremiyorduk. Bu mükemmel manzaraya bakarken ikimiz de uyuyakalmışız. Sonra hava kararmış, gece olmuş, hatta sabah olmuş... zor uyandık. Bu nasıl bir yorgunlukmuş ya 12 saatten fazla yattık. Ama öyle güzel uyumuşum ki en iyi uykularım listesinde top 5 e girer. Temiz havanın da etkisiyle çok iyi dinlenmişiz, müthiş zinde kalktım. Güzel bir duş alıp kendimize geldikten sonra mis gibi yöresel kahvaltıya oturduk.

Otelin sahipleri 2 genç kuzen. Dede yadigarı bu ev zamanında aileleri tarafından pansiyona dönüştürülmüş. Konum olarak Ayder'in göbeğinde doğayla iç içe bir yer. Karadenize gidip yaşlı ve geleneksel bir ruha sahip olan bu tarihi evde kalmak güzel bir deneyimdi. Fiyat olarak da civardaki yerlere göre en uygunu burasıydı. Biz geceliği kişi başı 60 tl verdik ve sabah kahvaltımız da dahildi. Kahvaltımızı çok sevimli, karadeniz şiveli tatlı dilli köylü bir teyze hazırladı. Belki bizim gibi burayı deneyimlemek isteyenler olur, linkini bırakıyorum; buradan görüntüleyebilirsiniz.

***
Planımızda bu gün Yukarı Kavrun Yaylasına çıkıp 2 gece kamplamak var. O yüzden tüm eşyalarımızı toparlayıp 2 gün sonra dönmek üzere anlaşıp pansiyondan ayrıldık.

Yukarı Kavrun yaylasının yolu baya zorlu, ama yine de bizimki gibi binek araçla çıkabildik. Asfalt veya beton değil, toprak ve taşlı bir yol, çokça da çukurlar mevcut. Dikkatli bir şekilde sürmek gerekiyor, tabii öyle olunca 10 kilometre yol 2 saatten fazla sürdü. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de sis bastırdı göz gözü görmüyor. Bir şekilde çıktık yaylaya ama geldik mi gelmedik mi o da belli değil. Ancak çok yaklaşınca bir kaç ev göründü.

Bir kaç tane çadırı bir arada görünce durduk orada. Toplanan kampçıların yanlarına gittik. Buradan memnun kaldıklarını ve herhangi bir ücret ödemediklerini söylediler, şaşırdık. Çeşmesi, tuvaleti, hatta duşu bile vardı buranın. Bizim çadırımızı topladığımız yere hemen siz kurun dediler biz de bu fırsatı kaçırmadık. O esnada gençlerle biraz muhabbet ettik. Facebookta takip ettiğimiz interrail ailesindenmiş onlar da. Karadenizi batıdan başlayarak otostopla buralara kadar gelmişler. Değişik maceralarını anlattılar. Onlar toplandı, biz yerleştik, vedalaşıp gittiler.


Çadırımızı kurduk ve yerleşip dinlendik. Biraz acıktıkmıştık, menemen yapmaya karar verdik. Hava hala yoğun sisliydi. Yemeğimizi yiyip karnımızı doyurduktan sonra etrafta gezinmeye çıktık. Bu yaylaya insanlar yaz dönemlerinde geliyorlarmış. Kış biraz zorlu, kar ve fırtınalı geçtiği için evler büyük ölçüde zarar görmüş. Çatıları uçmuş, bahçe duvarları çökmüş. Her yerde bunun izleri, enkaz kalıntıları vardı. Yazın ortasına gelmiştik ama hala tam olarak toparlanamamışlar.


Kaldığımız kamp alanının sahibi Halit Abi pansiyon ve restoran-cafe tarzı bir yer yapmış buraya. Arka tarafını da kampçılar için biraz düzenlemiş. Biz de evlerin arasında keşif yaptıktan sonra kafeye Halit Abilerin yanına geçtik. Burayı ailecek; eşi ve 2 genç çocuğuyla işletiyorlar. Eğlenceli bir aile yapıları var, sıcakkanlı ve çok hoş sohbet insanlar. Sobayı yakmışlar içerisi sıcacık olmuş. Biz de çöktük hemen sobanın başına, yatana kadar uzun uzun sohbet ettik. Tabiiki çay eşliğinde bize maziden anılarını anlattılar. Bu tarz sohbetler insanın hayata olan bakış açısını çok etkiliyor. Bambaşka hayatlara tanık oluyor ve kendi küçük dünyamızdan sıyrılmamızı sağlıyor, adeta ufkumuzu açıyor.


Sobanın başında oturduğumuza bakmayın, aslında hava çok soğuk değildi. Gece çadıra geçtiğimizde üşümedik ki, ben çok üşüyen bir insan olarak bunu söyleyebilirim. Karadenizde geceleri genel olarak hiç üşümedik.

***
Sabah erken kalkıp güzel bir kahvaltı hazırladık kendimize. Çünkü bugün baya zorlu ve uzun bir gün olacaktı. Planımız şu şekildeydi; bulunduğumuz bu Yukarı Kavrun yaylası Kaçkarların eteklerine kurulmuş. Buradaki dağlara tırmanıp, yukarıda dağların arasında oluşmuş olan göller bölgesine çıkacaktık. Gün boyu yürüyüş yaparak Kaçkarların bu kısmında keşifler yapacaktık.

Bir önceki gün gördüğümüz yoğun sis kalkmıştı ve mis gibi tertemiz güneşli bir gündü. Sis yüzünden nerede olduğumuzu bile görememiştik ama şimdi etrafı gördüğümüzde gerçekten yemyeşil doğanın kalbinde bir yerdeydik.


Karnımızı doyurduktan sonra toparlanıp tüm eşyaları çadırın içine kaldırdık. Çadırımızı da Halit Abiye emanet edip dağlara vurduk kendimizi. Yukarılara çıktıkça sis yine yoğunlaştı. Ama yeşilin her tonu ve  rengarenk çiçekler bize eşlik ediyorlardı.




Havadaki nemden dolayı yerdeki bitkilerin üstlerinde su damlacıkları bulunuyordu, yürüdükçe paçalarımızı ve ayakkabılarımızı ıslatmaya başladılar. Sadece bu durum biraz sıkıntı verdi ama onun dışında harika bir yolu gidiyorduk. Sisten etrafı görememek bazen insanı ürpertiyor ama muhabbet ederek ilerleyince nasıl geçtiğini anlamadık ve bir anda sislerin üstümüzden kalkmasıyla ihtişamlı yüksek dağlar yüzünü gösterdi. Hiç bu kadar ürperdiğimi hatırlamıyorum. Sanki bir anda üstümüze gelen devasal bir yaratık gibi çıkıverdiler karşımıza. İşte o tarifsiz duyguları ancak yaşayan bilir. Bir şeyleri keşfetme duygusu ve bunu kendi gücünüzle, bedeninizle gerçekleştirmek... Müthiş tatmin ediciydi.



Ayrıca bulutlar dağılınca 2 tane de göl çıktı karşımıza.Yakınımızdaki küçük göl, uzaktan ucu görünen de büyük göldü. Biz büyük göle kadar gittik. Erdem orada suya girdi ama bende göle girecek cesaret hiç bir zaman olmadı. Biraz evhamlı bir tip olduğum için gölün kirli olabileceğini yada yılan gibi hayvanları barındırabileceğini düşünürüm. Ben de gölün kenarına örtümü serip uzandım ve havanın, güneşin tadını çıkardım. Sonuçta Karadenizde böyle güneşi her zaman göremezsiniz ki biz de geldiğimizden beri görmedik zaten.

Küçük Göl
Büyük Göl

Yayladan buraya çıkmamız yaklaşık 4 saat sürdü. İnişin daha da kısa süreceğini biliyorduk. Bu yüzden burada istediğimiz kadar vakit geçirebilirdik. Doğanın ve sessizliğin tadını çıkardık. Yanımıza aldığımız konserve yemeğimizi yedik, bir şeyler içtik ve öylece durduk. Çok rahat bir duyguymuş öylece durmak. Hiç bir derdi sıkıntıyı umursamadan, yetişecek bir yer olmadan ve rahatsız eden kalabalıklar olmadan. Uçsuz bucaksız doğanın içinde yapayalnız öylece dinlendik.
Ama sonra sıkıldık. İşte bu çağın gençlerinde böyle bir şey var maalesef. Çok da boş kalamıyoruz. Alışmışız elimizde bir şeylerle oyalanmaya. Neyse sıkılınca tekrar yola düştük. Çıkarken kimse yoktu ama dönüşte iki üç grupla karşılaştık. Kimileri biz gibi bireysel çıkıyorlardı, kimileri de grup olarak gelmişlerdi.


İnmek çıkmaktan daha zor oluyor her zaman. Tamam çıkarken efor sarf ediyorsun ama inerken hep kontrollü ve tetikte olmalısın. Ayağın kaydı mı taa aşağı yaylada buluverirsin kendini. O yüzden ayaklar daha çok ağrıyor inerken. Yaklaşık 1 saatte bitirdik yolu. Artık akşam olmak üzereydi ve biz de yolun yorgunluğuyla fena halde açtık. Halit Abi sağolsun bize mıhlamalar, köfteler hazırladı, önden de eşi Saliha Teyzenin çorbasını hüplettik. Böyle güzel bir gün için oldukça güzel bir menüydü.

ıslanan ayakkabıları sobada kurutma çalışmaları
Yeni keşiflerin verdiği mutluluğun üstüne karnımızı da mis gibi doyurduk ve bizden mutlusu yoktu. Biraz çay biraz da sohbet derken gece olmuştu yine.

***
Ertesi gün dinlenelim dedik çok erken uyanmadık. Erken değil dediysem yine saat 8 gibi ayaktaydık. Bugün buradan ayrılacağımız için uzun uzun kahvaltımızı yaptık ve toparlanmaya başladık. Halit Abinin de Pazar'da işleri olduğundan bizimle gelmeye karar verdi. Bir de çay tarlalarına gitmesi gerekiyormuş ki biz de bu fırsatı kaçırmadık. Daha önce hiç dalında taze çay görmediğimizden heyecanlandık.

Çaylar dik yamaçlarda yetişiyor. Sert dalları ve sert yaprakları var. Ama bu haliyle bizim bildiğimiz çaya hiç benzemiyor. Bahçelere inmesi de çıkması da ayrı bir meziyet. Bahçe çok dik ve çayın sert dalları insanın bacaklarını acıtıyor. Oldukça zor bir işmiş. Bir de karayemiş denilen ağaçlar var buralarda, sık sık gördük. Bunlar şeker hastalığına çok iyi geliyormuş. Kekremsi bir tadı var, Halit Abi biraz topladı bizim için.


Sonra Halit Abiyle helalleştik ayrıldık. Bizim bugün için aklımızda ilk geldiğimiz gün soruşturup araştırdığımız rafting yapma fikri vardı. Fırtına Deresinin kıyısında bir sürü mekan var. Bize göre en cazip görünene girdik. Kişi başı 70 liraya anlaştık. Daha önceden planladığımız için mayolarımızı getirmiştik. Hemen giyindik, can yelekleri ve kaskları da taktık, artık hazırız hemen atlayalım dereye.


Servislerle yaklaşık 6 km kadar derenin ters istikametinde götürüyorlar. Buradan botları suya indirip biz de sağlı sollu yerleşiyoruz. 6-7 kişi alıyorlar ve bir de rehber hoca oluyor başımızda. Dere güçlü aktığı için oldukça eğlenceliydi. Kimi yerlerde ıslandık, çok daha hızlandığı yerlerde heyecanlandık. Oldukça güzel ve eğlenceli bir deneyim oldu bizim için.
Parkurun bittiği yerde hepimiz kendimizi buz gibi suya attık. Artık sırılsıklam olmuştuk. Hasta olmadan üstümüzü değiştirdik ve sıcak bir şeyler içip Ayder'e geri döndük. Bu akşam yine 2 gece önce kaldığımız İstanbul Pansiyonda kalacağız.

Ama Ayder'e gidip gelirken bir kaç keredir gözümüze takılan Tar Deresi-Bulut Şelalesi tabelasına saptık. İyi de yapmışız çünkü çok güzel bir yermiş. Önce dere boyunca yaklaşık 1 buçuk kilometre yürüdük. Şelaleye ulaştığımızda da biraz dinlenip bol bol fotoğraf çektik.



Artık pilimiz bitmişti. Pansiyona gelip odaya attık kendimizi ama 2 günün pisliği vardı üzerimizde, bir de bugün raftingte ıslanınca iyice leş gibi olduk. Ayder'de bir tesis var, kaplıca demişler adına ama bildiğin umumi hamam. Adına aldanıp gitme gafletinde bulunduk. İçerisi tıpkı dışarısı gibi Arap kaynıyor. Kadınlar kısmı yine iyi sayılırdı da Erdem resmen 10 dakikada çıkmış, durumunu açıklamaya yetiyor. Neyse sıcak suyun huzuruyla hiç bir şeyi kafaya takamazdım. 

Temiz de olduğumuza göre yine huzur yuvamızda mis gibi uykuya daldık. Bu pansiyondaki uykularım çok faydalıydı. Artık temiz hava mı, doğanın etkisi mi, yapının ihtiyar ruhu mu bilemiyorum.

***
yazının devamı için tıklayın.




Seyahatimizin videosunu izleyebilirsiniz. Youtube kanalımızdaki diğer videolar için tıklayın.

Gezen Kafalar


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR SEYAHAT HAYAL ETTİK; HAYDİ GERÇEKLEŞTİRELİM - AVRUPAYI KEŞFEDELİM

ROMA'YI NASIL GEZDİK NELER YAPTIK?

AVRUPA'DA ARAÇ KİRALAMA VE SÜRÜŞ DENEYİMİ