YEŞİLİN ELLİ TONUNDA 1 HAFTA (DOĞU KARADENİZ) #part2

Şenyuva Köyü
Pokut Yaylası
Çat Vadisi
Palovit Yaylası ve Şelalesi
Of
Uzun Göl
Sümela Manastırı
Maçka
Trabzon'a dönüş
Akçaabat'ta köfte


(Yazının başından okumak için tıklayabilirsiniz.)
Kahvaltımızı yapıp pansiyondan ayrıldık ve Şenyuva'ya doğru gittik. Bugün planımız Pokut Yaylası'na çıkmaktı. Yollarının bozuk olduğu hakkında bizi epeyce uyardılar ama kafaya koyduk, her ne pahasına olursa olsun çıkacaktık. Önce arabamızla gitmeye başladık ama gerçekten de yol git gide daha berbat bir hal alıyordu. Yaklaşık 10 km lik  toprak yol, yağan yağmurla yer yer bataklık gibi olmuş ve bazı yerlerde de kocaman taşlar vardı. Arabanın altı bir kaç kere çarpınca riske atmamaya karar verdik. Biraz geride bir kaç evin olduğu bir mahalleyi yeni geçmiştik, oraya geri döndük.



Aracımızı park ettiğimiz yer, mahallenin girişindeki çeşmenin başıydı. Bir amca burada etrafı temizleyip düzenleme yapıyordu. Ben de şişemdeki suyu döküp temizini doldurmak isterken amca beni bir güzel azarlamasın mı? "o şişedeku su kirlimidur, niya ha buraya dökayısun, görmeyumisun temizlik yapayrum burada da" Merak etme amca dedim, bu su içme suyu, kirletmez buraları. Biraz hararetli başlayan muhabbet sıcak bir sohbete dönüştü. Biz de bu esnada yoldan geçecek bir dolmuş yada jip bekliyorduk.

Aşağıdan bir araba sesi duyunca heyecanlandık. Yola atladık hemen. Uzaktan bir jip döndü virajı biraz utanarak durdurduk. Bizim arabamızın çıkamadığını ve bizi yaylaya kadar götürebilirler mi sorduk. Arkada gelmek sorun olmazsa gelin dediler. Biz zaten kasada gitmek istediğimizden hemen atladık.

Bizim karadenizli amcaya arabamızı emanet ettik, o da kendinde bir sorumluluk hissetmiş olacak ki jiptekilerle; neredensiniz, köyünüz neresi sorularının cevaplarını alıp, bu gençleri size emanet ediyorum, götürüp buraya geri getirin diye tembihledi ve uğurladı bizi. Memleketimizde her yörenin insanında şöyle bir ortak özellik var ki birbirimize ne güzel sahip çıkıyoruz. Bizim bu tür gezilerde hiç sırtımız yere gelmedi, hep yardımsever insanlar çıktı karşımıza.


Yollar o kadar berbat ki, yukarılara çıktıkça daha da kötüleşiyor. Kasada öyle bir zıplatıyor ki böbrekte taş olsa bu yolculukta düşerdi eminim. 10 km yavaş yavaş git git bitmiyor. Ama ömrümde gördüğüm en güzel manzaralardan biri karşımızdaydı. Bu yol hiç bitmesin.






Ama Pokut Yaylasına ulaştığımızda ise ayrıca güzel bir manzara bizi bekliyordu. Sanki cennetten bir köşe yeryüzüne düşmüş. Böyle bir güzellik görmedim ben. Yeşilin bin bir tonu ile mavi gökyüzü birleşmiş gibiydi.

Tepede şöyle bir dolandık. Her yerden ayrı bir güzellik çıkıyordu. Gelişigüzel taşların üst üste konmasıyla örülmüş bir duvarın üstüne oturduk. Sabah gelirken belki yukarıda yiyecek bir şey bulamayız diye bir anne edasıyla hazırladığım sandviçlerimizi bu duvarın üstünde kemirirken önümüzdeki manzara benim diyen 1. sınıf restoranlarda yoktu.


Burada akşama kadar oturabilirdik. Hatta biz buraya yerleşelim ya, yok artık İstanbul'a dönmek falan. Burası bizim evimizmiş meğersem.



 


Fotoğrafların hepsi yaklaşık 2 saat içinde çekildi. Bulut geçişleri öyle hızlı ki, bir sisli, bir güneşli, bir şimşek çakıyor, tüm hava faaliyetlerini yaşadık. Ama her koşulda ayrı güzel bir yer, hiç çöp olacak bir poz çıkmadı diyebilirim.

Akşam oluyordu ve hava kararmadan aşağıya inmemiz gerektiğinden yavaş yavaş çıktık yola. Çıktığımız kişilerle geri döndük. Dönüşte sis daha fazla bastırmıştı ve hafif bir yağmur atıştırması vardı.


Yine yaklaşık 1 saatten fazla süren yolculuğumuz, arabamızın yanına bizi bırakmalarıyla son buldu. Bizim arabamızı emanet ettiğimiz Karadenizli amcaya teşekkür edip helalleştikten sonra bindik arabamıza ve en yakın kamp alanına gittik.

Çat Vadisi'nde Cancık Pansiyon vardı. Daha önceden yaptığımız araştırmadan burayı biliyorduk. Fakat mesafenin bu kadar uzak olduğunu bilmiyorduk. Yollar virajlı ve dar olduğundan çok hız da yapamıyorduk. Hava iyiden iyiye kararınca benim paniklemeler yine başladı. Nedendir bilmiyorum ama, kamp yapacağımız yere hava karardıktan sonra gittiğimde panikliyorum. Etrafı rahat göremediğimden kaynaklanıyor olabilir.

Vardığımızda saat 9 civarıydı ve karnımızda bir hayli acıkmıştı. Kamp alanı gayet uygun görünüyordu ve ilgililerle görüştük ve çadır kurmak ücretsiz dediklerinde bizdeki şok ifadeyi tahmin edersiniz. Bu işin bir standardı yok, kimi uçuk fiyat ister kimi de para istemez. Valla biz de ne tepki vereceğimizi şaşırıyoruz.

Kamp alanını şöyle bir keşfettikten sonra gözümüze en uygun gelen yere çadırımızı kurup içini yerleştirdik. Bu esnada su kaynatmak için tüpe de tenceremizi koymuştuk ve bir numaralı kamp yemeğimiz olan makarnamızı haşladık.

İşimiz bitince oturduk tencerenin başına, bol bol ketçap sıkarak makarnamızı yiyorduk ki, bir teyze yanımıza geldi. "Evladım siz bu açık havada niye makarna yiyorsunuz?" gibi dünyanın en mantıklı sorusunu sordu. Sizin de aklınızdan bu soru geçmiş olabilir biliyorum. "Teyzecim" dedik, "Bizim için gezmek 1. amaç, karnımızı ne ile olsa doyururuz. Bazen gezerken hem çok yoruluyoruz, hem de zamanımız kalmıyor. Bu sebeple böyle kolay yemeklerle geçiriyoruz. Güzel yemekleri evimize saklıyoruz:)"  "Haklısınız çocuklar"dedi. Oğlu ve geliniyle ilk defa çadır kampına geldiğini ve çok hoşuna gittiğini, sadece çadır biraz dar olduğu için zaman zaman içine sıkıntı geldiğini bir çırpıda anlattı. Ona da şöyle bir çözüm bulmuş; "Çadıra girdim mi gözlerimi kapatıp hiç açmıyorum evladım." diyor. Şakacı teyze çok yaşasın bizim de gecemizi şenlendirdi.

Bir diğer komşu çadırdakiler de fazla çay demlemişler bize, yemeğimizin üstüne iyi gelecek, çay ikram ettiler, hatta közlenmiş mısır da verdiler. Böyle güzel bir yer bulduğumuz için şanslıydık.

***

Ertesi gün için bir planımız yoktu ve dinlendiğimiz bir gün oldu. Kahvaltımızı yapıp civarları gezdik. Palovit yaylasına ve şelalesine gittik ki burası da dağların arasında saklı bir cennet.Ama bir o kadar da kalabalık bir yer. Çok fazla tur arabaları var ve yollar da oldukça dar olduğundan sıkıntılı bir yer.

Sonra kamp alanının ilerisinde, doğanın içinde sessiz bir dere kenarı bulduk kendimize. Örtümüzü serip uzandık suyun sesinde kendimizi dinledik.


Sonra Erdem emniyet ipi ve bağlantılarını denemek için güçlü akan suya girdi ve adrenalin şov yaptı. Beni o buz gibi suya hiç bir güç sokamazdı ama o soğuk suya girmeyi seviyor. 


***

Bu sabah bu kamp alanından ayrılacaktık, bu yüzden erken kalkıp toparlandık. Kahvaltımızı yolda yapmaya karar vermiştik ama ben çıkmadan bir duş almak istiyordum.  Bu kamp alanında aynı zamanda bungalov evler de vardı ve bunlardan birinde duşa alma şansımız vardı. Nasıl olacak derseniz odaları temizleyen ablayla biraz muhabbet ve bahşişle bize bir oda ayarladı ve mis gibi duşumuzu da aldık. Tertemiz giyinip yola çıktık.

Yolumuzun üstünde gelirken gördüğümüz Fırtına Vadisi'nin  ortasında ihtişamlı Zil Kale'ye girdik önce. Yaklaşık 600 yıllık tarihi olan bir yapı ve harika manzaraya sahip.






Buradan sonra ver elini Of. Daha doğrusu ilk yazımın başında bahsettiğim gibi  Araplar Diyarı no.3 Uzun Göl. no2 yi atlamışım ki bu da Palovit Şelalesiydi. Buralar tur arabalarından, dağın başındaki trafikten ve kalabalıktan bunaldığınız yerler olacaktır.



Uzungöl'ün bizim için çok da bir olayı yoktu. Buralara gelmişken görmeden geçmek istemedik ama gerçekten bize çok da hitap eden bir şey göremedik. Tamamen turistlere yönelik seyyar satıcılar, kebapçılar, hediyelik eşyalar, her şey para harcatmaya ve kazıklamaya yönelik.
Bizden 1 hafta önce burada olan bir dostumuz yorgunluğunu atmak için oturduğu bir mekanda 4 çaya 40 lira verdiğini, hesaba itiraz edince de "burada böyle işinize gelirse" cevabı aldığını anlatınca, biz buraya karşı önyargılıydık zaten. O yüzden sadece göl kıyısında biraz yürüyüş yapıp çok da oyalanmadan ayrıldık.

Artık sırada son mekanımız Sümela Manastırı vardı. Gelmeden önce her yerde okuduğumuz ve herkes bizi uyardığından manastırın restorasyondan dolayı kapalı olduğunu bilerek geldik. En azından şöyle bir uzaktan bakar, bir iki fotoğraf çeker, buraya kadar gelmişken görmeden gitmeyiz dedik. Kapısı kapalı anladık da, hava şartları da izin vermiyor ki. Şöyle azıcık bir gördük uzaktan sonra araya bulut girdi ve aradığınız Sümelaya şu anda ulaşılamıyor lütfen sonra tekrar deneyin...
Sonrası çok zor, Sümelayla aramızdaki ilişki bu kadardan ibaret kalacak sonsuza kadar. Kısmet diyoruz.



Ama manastıra giden yollar gerçekten bir harika. Ağaçlar çok sık ve kocaman.  Bu akşam için hemen bu civarda Maçka da Sümela kamping var orada çadır kurduk. Seyahatimizin son gecesi de buradaydı.


Ertesi gün arabanın bagajına yaydığımız tüm eşyalarımızı toparlayıp valizleri kapattık. Saatimiz dolduğu için havaalanına dönüp aracı teslim etmemiz gerekiyordu. Araç kiralama ofisine valizlerimizi emanet edip biraz da Trabzon'u gezelim dedik. Meydan denilen yer merkez ve genellikle her yer buranın etrafında gelişmiş. Boztepe'ye çıkıp bir şeyler içip şehre tepeden baktık. 

Sonra da acıkınca Akçaabat'a köfte yemeğe gittik. Meydana geri dönüp oradan dolmuşa biniyorsunuz. 2 aktarmalı gidiliyor. Dolmuşçulara sorunca nerede inip tekrar neye bineceğinizi tarif ediyorlar. O kadar yol gittiğimize değdi, köftelerin lezzeti meşhur olduğu kadar varmış.


Bir haftalık dolu dolu geçen bu seyahat de böylece sona ermişti. 2 parttan oluşan bu yazının ilk bölümünü okumak için burayı tıklayabilirsiniz. Sonuna kadar sabırla okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Umarım küçük de olsa faydalı olmuştur.

Bu maceramızın videosunu izlemek isterseniz buraya paylaşıyorum.


Gezen Kafalar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR SEYAHAT HAYAL ETTİK; HAYDİ GERÇEKLEŞTİRELİM - AVRUPAYI KEŞFEDELİM

ROMA'YI NASIL GEZDİK NELER YAPTIK?

AVRUPA'DA ARAÇ KİRALAMA VE SÜRÜŞ DENEYİMİ