HIZLI TRENLE BİR HAFTA SONU ESKİŞEHİR YAPIP DÖNELİM

PRATİK ESKİŞEHİR TURU


İstanbul'dan Eskişehir'e gidilebilecek en güzel vasıta Hızlı Tren bence. Biletlerini internetten alıyorsunuz ve gideceğiniz zaman bir çıktı alıp gidiyorsunuz. 

Pendik yüksek hızlı tren garından saat 7.30 seferine bindik ve saat 10.00 da Eskişehir'deydik. Kahvaltıya yetiştik diyebilirim. Kahvaltıdan önce yüklerimizden kurtulmak için tuttuğumuz eve geçtik.

Biz Eskişehir'de kalmak için airbnb yi tercih ettik ama otel fiyatları da gayet makul. Kaldığımız evden hiç memnun kalmadığım için burada paylaşmayacağım. Genellikle öğrenci evi olduğu için ev standartları da biraz düşük. Dediğim gibi oteller de gayet uygun. 

Eskişehir merkezinde derli toplu bir şehir. Kalacağımız yeri merkezden ayarladığımızdan her yere yürüyerek ulaşım mümkün. Mesela Tren Garından eve yürüyerek geçtik. Sonra kahvaltı için çarşıya da yürüyerek gittik. Hatta akşama gideceğimiz barlar sokağı da yürüme mesafesindeydi.

Aç karnına gezilmez diyerek önce karnımızı doyurmaya çıktık. Tabii ki aklımızdan sadece çiğ börek geçiyordu ve herkesin tavsiyesi olan Papağan Çiğböreke gittik. Hem zaten mesafe olarak yolumuzun üstündeydi, çarşı içinde merkezi bir konumdaydı. Böreği sorarsanız gayet güzeldi. 

Porsuk Çayını görünce bir sevinçli oluyor insan, biraz nehri ve etrafını izleyip yolu takip ederek Odun Pazarı'na doğru yürüyoruz. 


Odun Pazarı semtin adı ve rengarenk boyalı evlerinin arasındaki sokaklarda otantik bir havası var. Hediyelik eşyacılar, takıcılar, minik kafelerle çok güzel vakit geçirilebilecek bir yer. Tabi bol bol da fotoğraf çekilmelik. Ayrıca minik dükkanlarda satılan hatıralık eşyalar da ayrı güzel. Bir sürü magnet ve takılar aklımı aldılar. Buraya has lületaşından yapılmış takılarda aklım kaldı. Burayı hatırlatsın diye minik bir küpe aldım kendime, tabii bir de magnet olmazsa olmaz.



Burası Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden ve gezerken kendimi tarihte yolculuğa çıkmış gibi hissediyorum. 
Burada Tarihi Odunpazarı Evlerinin yanısıra bulunan diğer görülecek yerler arasında; Kurşunlu Camii, Alaaddin Camii, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Lületaşı Müzesi, Cam Sanatları Müzesi, Ahşap Eserler Müzesi, El Sanatları Çarşısı da bulunmakta. Biz Ahşap Eserler Müzesini gezdik; çok harika bir sergi vardı.


Buradan yürüyerek Şelale Parka doğru gidelim dedik. Yollar sokaklar harika ama yolda yağmur başlaması pek de iyi olmadı. Gitmeden önce internetten baktığımızda zaten yağmurlu gösterdiği için hazırlıklı gelmiştik aslında. Yağmurlukları geçirdik üstümüze ve yağan yağmurun tadını çıkardık.


Şelale Parkın yolu bir yerden sonra yokuş oluyor normal olarak. Çünkü burası Eskişehir'e tepeden bakan bir konumda. Gelirken aperatif abur cubur tarzında bir şeyler alınmalıymış, biz bunu akıl edemedik. Gün öğleden sonrayı geçti ve biz bir hayli acıktık. Şelale Parkta bir kafe var ama gönlümüze göre yiyecek bir şey bulamayınca, çok da oyalanmadan geri döndük. Gelirken bir şeyler alsaymışız buranın tadını daha uzun çıkarabilirdik. Harika Eskişehir manzarası ve yemyeşil bir ortamı var.



Çarşıya yine yürüyerek döndük. Sabah dolanırken bir tantunici ve yanında da tatlıcı görmüştük. Oraya gitmeye karar verdik. Eskişehir'in kendine has  bir yemeği olmadığından genellikle öğrenci işi fast food yerler var. Zaten bizim de en sevdiğimiz şey öğrenci işi yemek.;)

Karnımızı doyurunca öyle bir yorgunluk çöktü ki eve gidip biraz dinlenmeye karar verdik. Evin yakın olmasının nimetlerinden yararlanalım ama dimi. Akşama barlar sokağını keşfetmek için biraz enerji toplamalıydık. 

Gece 10 gibi çıktık tekrar. Hiç beklemediğim bir kalabalıkla karşılaştım diyebilirim. Eskişehir mi Kadıköy barlar sokağı mı belli değil. O derece bir kalabalık var. Anlaşılan Eskişehir'i var edenler öğrencilermiş. 

Bir kaç yer gezdik bu gece ama en görülesi yer olarak Varuna Gezgin Kafeyi şiddetle tavsiye ederim. Bir grup Eskişehirli gezgin tarafından kurulmuş burası ve gezdikleri ülkelerden topladıkları koleksiyonlarla dekore etmişler. İzmir ve İstanbul'da da şubeleri bulunuyormuş. İçecekler uygun fiyata, güzel bir ortamı var. Barlar sokağından çıkınca karşınızda yer alıyor. En üst katta bar kısmında oturup barmenle muhabbet ettik. Çok eğlenceli insanlar çalışıyor burada. 


Buradan çıkınca biraz acıktığımızı fark edip gündüz yemek yediğimiz yere kellepaça içmeye gittik. Sonra yolda midyeciyi görünce azıcık da midye dolma yedik. Bir de içerisi tıklım tıklım dolu olan ev yemekleri yapan bir yeri görünce orada da bir şeyler yedik. Artık leş gibi midelerle geceyi sonlandırıp uyku moduna geçiyoruz.
***
Bu yeni gün için bisiklet kiralama planımız vardı. Evimizin olduğu sokakta bisikletçi görmüştük. Biraz pazarlıkla birer tane bisiklet kiraladık. Ayağımız yerden kesildi.

Sonra da hemen evimizin yakınında bulunan ve iştah açıcı vitriniyle kendimizi burada bulduğumuz Kanatlı Fırına girdik. Burada poğaçalar, börekler, pastalardan istediklerimizi alıp kendimize mükellef bir kahvaltı ısmarladık. Bizim favorilerimiz; bazlama arası tost, kıymalı pide, dışı galetalı çıtır börek, haşhaşlı açma oldu. Karnımızı doyurmadan önce gözümüz doydu ama biraz fazla kaçırmışız galiba. 


Artık karnımız da doyduğuna göre bisikletle krallar gibi Eskişehir'in altını üstüne getirme vaktiydi. Yolumuzun üstünde tüm duygusallığıyla Devrim Arabası vardı. Tülomsaş'ın müzesinde bir kaç tren ve makinenin yanısıra, tüm trajik hikayesiyle oracıkta duruyor DEVRİM.

Filmini izleyen yada okumuş olanlar bu arabanın tamamen Türk mühendisleri tarafından ülkemizde üretilmiş ilk araba olduğunu bilir. Ama yapım aşaması olsun tanıtım aşaması olsun aksiliklerle dolu bir yolculuğu olmuş. En sonunda da ilk ve son girişim olan bu ilk yerli arabamız müzelik bir değer olarak vitrinlere hapsedilmiş. Türkiye'nin ilk ve tek yerli otomobili Devrim Eskişehir Demiryolları Tesislerinde üretilmiş olması sebebiyle burada sergileniyor. 


1960 yıllarında üretilmesi bir hayalin sonucudur ve o dönemde ülkemizin sanayi ufkunun ne düzeyde olduğunu bugün bize gösterir. Aslında yeterince inanç ve kendimize olan güvenle hiç bir şeyin hayal olmadığının en somut kanıtıdır, DEVRİM. Yeri o müthiş otoyollarımız olacağına maalesef camekanlı vitrinlerin ardında yıllanmaya mahkum kalmış.

Müzeden çıkıp bisikletlerimizle Sazova Parkına doğru 4 km lik yol gittik. Burada parkın içinde; Bilim Kültür Merkezi, Türk Dünyası Kültür Merkezi, Esminyatürk, Sabancı Uzay Evi, Hayvanat Bahçesi, Eti Su Altı Dünyası, Masal Şatosu ve Korsan Gemisi gibi merak uyandırıcı ve zamanın nasıl geçtiğini anlamayacağınız harika yerler oluşturulmuş. 

Dolu dolu 1 gün geçirilebilecek bir yer ama bizim bir kaç saatlik zamanımız olduğundan aralarından bazılarını tercih etmemiz gerekiyordu. İlk olarak Bilim ve Kültür Merkezine ve Uzay Evine girdik. Burada özellikle çocuklar için bilimsel deneylerle harika anlatımlar yapılmış. 

Sonrasında Türk Dünyası Kültür Merkezine girdik ve burada da Türk dünyasına ait müzik aletleri, evler, çadırlar, ünlü düşünür ve bilim adamları canlandırma ortamında anlatılmış. Hemen yanında Esminyatürk yer alıyor. Burada da önemli tarihi yapıların minyatürleri sergileniyor.

Resmen bizim için bilgi yüklemesi gibi oldu. Her bir yerde eğlenirken öğrenme imkanı bulduk.


Buralarda çok oyalandığımızı fark ettik ve hayvanat bahçesiyle su altı dünyasını bir başka zamana bırakıp Masal Şatosuna ve korsan gemisine şöyle bir baktık. Masal şatosunda çocuklar için masal odaları bulunuyor. Özel kostümlerle masalları canlandırarak çocukları eğlendiriyorlar.


Artık öyle yorgunduk ki kalan son enerji kırıntımızı da bisikletle geri dönerken kullandık. Yine Porsuk nehrinin kıyısından Eskişehir'in tadını çıkararak geçtik. 


Bisikletleri teslim ettikten sonra karnımızı doyurmak için öylesine bir yerlere oturduk. Sonra da tren saatimizi beklerken birer yorgunluk kahvesi içtik. Saat 7 gibi Gara geçip trenimize bindik ve İstanbul'a çufçufladık.
***
Gezen Kafalar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR SEYAHAT HAYAL ETTİK; HAYDİ GERÇEKLEŞTİRELİM - AVRUPAYI KEŞFEDELİM

ROMA'YI NASIL GEZDİK NELER YAPTIK?

AVRUPA'DA ARAÇ KİRALAMA VE SÜRÜŞ DENEYİMİ